10 Mart 2015 Salı

Faiz Lobisi ve Borç Verenin Faiz İsteği

Faiz meselesinde, Gezi olayları döneminden beri yani 1.5 senedir bir hayalet ile karşı karşıyayız. İsmi faiz lobisi. İsminden başka da bir bilgimiz yok hakkında. Cumhuriyet tarihinin en fazla faiz ödemesini yapmış hükümet de, hakkında hiçbir bilgi olmayan lobi ile savaşta olduğunu iddia ediyor.

Öncelikle olarak faizin ne olduğuna bakalım. Faiz, paranın bedelidir. Evi tutarsınız, kira ödersiniz. Para alırsınız, faiz ödersiniz.

Bankaya para yatırdığınız zaman, bankaya o parayı borç vermiş olursunuz, bunun karşılığında da faiz alırsınız.

Faiz konusunda iki önemli değişken vardır. Bunlar faiz oranı ve vadedir. Ekonomi kanallarını izlerseniz "Amerikan 10 yıllıklarında faiz %1 oldu" gibi lafları çok duyarsınız. Bu Amerika'nın devlet borçlanmasının 10 yıl vade için, yıllık %1 faizle yapıldığını anlatır. Vade 10 yıl, faiz oranı %1'dir.

Faiz oranını açıklamaya gerek yok. Vade sonunda elde edeceğiniz gelirin oranıdır faiz oranı. Vade ise, o geliri hak etmek için beklemeniz gereken süreyi ifade eder. Bankada 1 yıllık mevduat hesabı açtığınızda, 6. ayda gidip parayı çekmek isterseniz faiz alamazsınız, çünkü vadesi gelmemiştir.

Borçlanmada faiz oranı ve vadenin önemini anladıktan sonra esas konumuz olan, borç veren faizin nasıl seyretmesini ister diye bir bakalım.

Borç veren kişi, kısa vadede en yüksek faizi ister ki en kısa sürede en fazla geliri elde edebilsin. Buraya kadar faiz lobisi diye bir yapı olsa, faiz oranlarını yükseltmek ister mantığı doğrudur. Zira parasını faize veren kişi, en yüksek faizi almak ister. Ancak atlanan bir husus var ki, Türkiye zaten halihazırda 410 milyar Dolar dış borca sahiptir. Peki Türkiye'den 410 milyar Dolar alacağı olan alacaklılar faiz artsın mı ister, azalsın mı ister?

Bir kere verilmiş borçta, faizin düşüp, çıkmasının bir etkisi olmaz. 410 milyar Dolarlık borcumuzun her birinin vade tarihi ve faiz oranı bellidir. Bu sayede önümüzdeki 12 ay içinde şu kadar borç ödenecek, şu kadar faiz ödenecek diye istatistik çıkarılabilmektedir. Vadeler ve faiz oranları alınmış borç için değişmez. O zaman bizden şu anda 410 milyar Dolar alacağı olanlar için faizin çıkmasının bu anlamda hiçbir faydası yoktur. Bize %8'le borç vermiş bir ABD'li yatırım fonu, şu anda faiz %20 olsa bundan bir getiri sağlayamaz. Bu açıdan faizin artmasını istemezler.

Bizim küçük paramızda ve borçlanma stilimizde pek söz konusu olmasa da, büyük borçlarda, tahviller, devlet tahvilleri gibi büyük borçlanmalarda alacağın temliki diye bir kavramla sıkça karşılaşılır. Çekte, çekin ciro edilmesi vardır. Bunlar genel başlık olarak alacağın devredilmesi diye adlandırılır. Alacak hakkını başkasına devredersin. Bunu satabilirsin de, kendi borcun karşılı verebilirsin de, her şey için yapabilirsin. Büyük borçlar bu şekilde el değiştirebilmektedir.

Şimdi Türkiye'ye borç veren bir alacaklıyı düşünelim. Bu alacaklı, alacağını devredebilir. Örneğin Türkiye'ye %8'le faize verdiği bir alacağı devredebilir. Peki bu borcu kim alır? İnsanın çok temel bir özelliği var, alım-satım yaparken kar etmeyi düşünür. Bir insan vadesi dolunca %8 getirecek bir alacağı neden devralır? Cevabı çok basit, şu anda borç verse %8 elde edemeyecekse gidip o borcu devralır. Şu anda Türkiye %10 faiz veriyorsa(yani faiz arttıysa), sen gidip %8'lik eski alacağı devralır mısın? Tabi ki almazsın.

Karışık geldiyse bir de örnek rakamlar üzerinden anlatayım.

A Yatırım Fonu, Türkiye'ye %20 faizle 100 TL borç verdi diyelim. Bir senenin sonunda 120 TL alıp gidecek. Bu esnada faizler %20'dan %25'e çıktı, yani Türkiye 100 TL'ye 20 değil 25 TL ödemeye başladı. Bu durumda A Yatırım Fonu nasıl karlı çıkabilir? A'nın alacağı faiz yine 20 TL, A alacağı devretmeye çalışsa da kimse almaz, çünkü A'dan devralacak kişi Türkiye'ye gelip sıfırdan borç verse 125 TL alacak, neden 120 TL'ye eski borcu devralsın?

Faizin artması şu anda bizden zaten 410 milyar Dolar gibi rekor alacağı olan "faiz lobisinin" işine gelmez.

Aksine faizin düşmesi işine gelir. Neden mi?

A Yatırım Fonu, Türkiye'ye %20 faizle 100 TL borç verdi, bir sene sonunda da 120 TL alacak ya, 1 ay sonra da Türkiye'nin faizi %5'e düştü diyelim. A Yatırım Fonu bu borcu rahatlıkla devredebilir. B Yatırım Fonu'na der ki, sen bu alacağı devral bana 108 TL ver. Sen de vade dolunca 120 TL'ni al. A Yatırım Fonu, 1 ayda 100 TL'ye 8 TL yani aylık %8 faiz elde etmiş olur(devretmese yıllık %20 alacaktı), B Yatırım Fonu da kalan 11 ayda 108 TL'ye 12 TL olmak üzere yıllık %11 faiz alır(devralmayıp, yeni borç alsaydı yıllık %5 alacaktı).

O zaman görüyoruz ki, alacaklılar faiz oranının artmasını değil düşmesini ister. Alacaklının işine, faizin artması değil düşmesi gelir.

Faizin artmasını yalnızca, sıfırdan borç verecekler isteyebilir. Yani şu anda Türkiye'den hiç alacağı olmayan birileri varsa ve Türkiye'ye borç vermek istiyorlarsa, ancak onlar faiz artsın ki biz yüksek faizle borç verelim diyebilir. O durum için de şunu söyleyebiliriz ki, 800 milyar Dolarlık ekonomisine karşılık 410 milyar Dolar borcu olan bir ülke daha alabileceği mantıklı bir borç stoku kalmamıştır. Yani 800 milyar Dolarlık ekonomimize, mevcut 410 milyar Dolarlık borca ek olarak ciddi ciddi bir 400 milyar Dolar daha borçlanmayı düşünüyorsak ve onun da faizi düşük olsun diye falan bir savaşa giriştiysek durumumuz zaten faiz oranları %1 bile olsa vahimdir. O ihtimali kimsenin düşünmediğini, düşünmek bile istemediğini biliyorum.

Öbür ihtimaller için de, faiz lobisi diye bir alacaklılar kulübü varsa, faizin artması iyi değil kötü olur. Türkiye'nin şu anki alacaklıları için faizin düşmesi tercih edilir olandır.

Bu arada belirteyim, yazının konusu faiz lobisi ve bu lobinin rasyonel istekleridir. Birileri faiz lobisi lafından mevcut alacaklıları değil, Türkiye'yi batırmak isteyen, salak dizilerdeki baronlar ya da karanlık kurul benzeri şeyleri anlıyor olabilir. Hatta halkın %90'ı da öyle anlıyordur. Faiz de burada, İslami yönden kötülük referansıdır zaten. Faiz lobisi, şu anda ülkemizden faiz alan alacaklıları değil, ülkemizi gelecekte batırmaya çalışan bir çete olarak zihinlerde karşılık buluyordur. Bu açıdan yukarıda anlattıklarımın önemi yok. Ama internette, ekonomi ile ilgili bir şeyler karıştırırken bu sayfaya gelmiş kişinin de halkın %90'ından bir farkı olacağı kesindir.

7 Mart 2015 Cumartesi

Faiz-Enflasyon İlişkisi Üzerine

Son günlerde bir faiz-enflasyon tartışmasıdır gidiyor. Birileri enflasyonu faizin tetiklediğini iddia ederek, ısrarla faiz indirimi istiyor. Peki faiz enflasyonu tetikleyen bir faktör müdür?

Şimdi öncelikle bakmak gereken şey enflasyonun karakteridir. Üniversitede seçmeli ekonomi dersi alanlar ya da gazetelerin ekonomi sayfalarını okuyanlar bile bilir ki, enflasyon iki türde görülür. Bunlar talep yönünden enflasyon ve arz yönünden enflasyon olarak adlandırılabilir.

Talep yönündeki enflasyon, talep artınca malın değerinin artmasıdır. Rağbet gören bir ürünün fiyatı artar. Şimdi herkes çıkıp altın almaya başlarsa, piyasada altın azalacağından fiyatı artar ve enflasyon oluşur.

Arz yönündeki enflasyon ise maliyet enflasyonu olarak gördüğümüz enflasyondur. Ürünün maliyeti artarsa, talep artmasa bile üretici ve satışı maliyeti ürüne yansıtacağından ötürü fiyat artar. Benzin tüketimi artmadığı halde, benzin fiyatının artması buna bir örnektir. Benzinin maliyeti arttığı için fiyatı zamlanır ve enflasyon artar.

Peki Türkiye'deki enflasyon hangi karakterdedir?

Türkiye'de talepten ötürü, piyasada azalıp değeri artan bir ürün var mı?

Ben böyle bir ürün göremiyorum. Millet yüklendiği için fiyatı artan bir ürün yok.

Şubat ayı verilerinde enflasyonu tetikleyen en çok fiyat artışı gıda ürünlerinde gerçekleşmiş. Peki gıda tüketimimiz arttığı için mi gıda fiyatları artıyor yoksa gıda maliyetleri arttığı için mi?

Bu sorunun cevabı oldukça basit. Gıda tüketimi arttığı için değil, gıda üretim maliyetleri arttığı için gıda enflasyonu yüksek çıkıyor. Yani bir maliyet enflasyonu söz konusu.

Peki Türkiye'de yaşanan bir maliyet enflasyonu ise, maliyet enflasyonunun faizle ilişkisi nedir?

Dolar arttığı için yükselen enerji ve ulaşım maliyetlerinin ürünlerin fiyatlarını artırmasının faizi düşürerek çözülmesi nasıl bir aklın fikridir ben anlayamıyorum. Dolar arttığı için petrol fiyatı artıyor, bu da üretim ve nakliye masrafını artırıyor. Bu da ürünün fiyatını yükseltiyor, yani enflasyon oluşturuyor. Faiz düşerse, bu enflasyona nasıl olumlu etkisi olabilir ki? Aksine ters etki yapar.

Faizi düşür, Dolar iyice yükselsin. Enerji fiyatları iyice artsın, üretim ve nakliye masrafın daha da yükselsin, maliyet iyice şişsin, enflasyon daha da yükselsin. Böyle bir mantık olabilir mi?

Şu anda karşılaştığımız enflasyon maliyet yönlü değil, talep yönlü olsaydı faiz düşürmenin, enflasyon üzerinde olumlu bir etkisi olabilirdi. Talep çok, üretim az olduğu için fiyat yükseliyorsa, faizleri düşürüp, kredi almayı cazip hale getirerek, yatırım yapılmasını sağlayarak üretimi artırabilirsin. Örneğin Türkiye'de zeytinyağı sektöründe talep çok, arz az olduğu için fiyatlar yükseliyor olsa, zeytinyağı üretmek isteyenlere faizi düşürüp kredi verirsen, adam da fabrikasını kurup zeytinyağı arzını artırarak, zeytinyağı fiyatlarının yükselmesini engelleyebilir. Ancak bu talep enflasyonunda söz konusu olabilecek bir durumdur. Türkiye'de şu anda hiçbir sektörde talep yönlü enflasyon yoktur. Şu anda yaşanan yüksek enflasyonun sebebi maliyet yönlüdür.

Son dönemde yavaşlamasından şikayet edilen inşaat sektörüne bakalım. İnşaat sektöründe konut arzı fazla olmasına rağmen enflasyon var. İnsanlar alacak ev bulamadıkları için mi ev fiyatları yükseliyor, yoksa inşaat maliyetleri arttığı için mi?

İnşaatta fiyatların yükselmesinin sebebi maliyetlerin artmasıdır. En önemli maliyet de arsadır. Arsa fiyatlarının yükselişi de malum. Nice insan arsadan zengin oldu. Ucuza arsa bulunursa da müteahhitler zengin oldu. Etiler Polis Okulu'nun arsası neden ucuza kapatılmak isteniyor herkes tahmin edebilir.

İnşaat sektöründe fiyatların artışı, maliyet yönlü değil talep yönlü olsaydı. Yani insanlar alacak ev arayıp, bulamasalardı da fiyatlar bundan artsaydı, faizlerin düşmesi enflasyonu düşürürdü. Faiz düşük olduğu için müteahhitler kredi alıp alıp, bina dikerdi, talep karşılanır, fiyatlar artmazdı. Ama durum bu değil, enflasyon inşaat sektöründe de maliyet yönlü.

Neticede Türkiye'deki enflasyonun tamamı maliyet yönlüdür. Bu durumda da faizlerin düşmesini istemenin, enflasyon da olumlu hiçbir etkisi olmayacaktır. Aksine bu durumda faizlerin düşmesi, Doların artışına sebep olacağından ithal girdi maliyetinin artmasına sebep olup, maliyet yönlü enflasyonu iyice ateşleyecektir.

5 Mart 2015 Perşembe

Doların Yükselişi ve Merkez Bankasının Silahları

Merkez Bankası'nın elinde piyasaya müdahale için iki temel araç vardır. Bunlardan ilki faiz oranlarını ayarlama gücü, ikincisi döviz rezervi ile piyasada döviz-tl dengesini değiştirebilmesidir.

Merkez Bankası, normalde bu iki enstrümanla kur artışlarıyla etkili bir mücadele yapabilir. Ancak şu anda normal bir durumda değiliz. AKP iktidarının Merkez Bankası'nın faiz silahını elinden aldığı açıktır. Tayyip Erdoğan orada dururken, Merkez Bankası faiz silahını kullanamaz.

Bu durumda elde sadece döviz rezervi kalır. Doların değeri arttıkça, piyasaya dolar satarak, doların değerini düşürmeye çalışmaktan başka bir yol yok.

Peki rezervler ne durumda?

Merkez Bankası'nın rezervi şu anda 108 milyar Dolar seviyesinde. Bu rezerv oldukça iyi bir rakam. Epeyce bir cephane demektir yani. Günde 100 milyon Dolar satsan, 3 sene ağır bir savaş bile verebilirsin. Sadece rakamlara bakarak kandırılabilecek biriysen, evet, buna inanırsın. Ama işin aslı öyle değil.

Merkez Bankası'ndaki 108 milyar Doların, 70 milyar Doları zorunlu karşılık dediğimiz paradır. Yani sahibi Merkez Bankası değil, piyasadır. Merkez Bankası bu parayı satamaz, zira kendinin değil, bankaların Merkez Bankası'na koydukları zorunlu karşılıktır.

(Not: 2002'de 26 milyar Dolar olan Merkez Bankası rezervi, 100 milyar Doları aştı propagandasının da aslı budur zaten. Zorunlu karşılıklar arttığı için rezerv arttı. Ama net rezerv oldukça az.)

Önemli olan kısım burası: Merkez Bankası'nın elinde 38 milyar Dolar civarında bir net rezerv var. Bu rakamın büyük bir kriz için çerez olduğunu anlamak için Rusya'nın 420 milyar Dolarlık rezervine rağmen nasıl krize girdiğine bakmak lazım. Rusya 420 milyar Dolarlık rezerv ve üstüne bir de faiz artırımı yaptığı halde batıverdi.

Türkiye ise faiz artıramaz, rezervi de ortada hepi topu 38 milyar Dolar, bu gidişle elimizde pek bir silah olduğu söylenemez. Küresel piyasalar bizi nereye iterse oraya gideceğiz.

Elimizdeki rezervin yetersizliğini görmek için bir de kısa vadeli borç ödeme yükümlülüklerimizin ne olduğuna bakmak lazım. Türkiye önümüzdeki bir yılda 150 milyar Dolardan fazla dış borç ödeyecek. Elimizde ise 38 milyar Dolar var. Şirketler ve kurumlar, 150 milyar Doları bulmak için piyasaya yüklendiklerinde 38 milyar Dolar kapanın elinde kalır, Dolar da herhalde rekor kırma rekorunu kırar.

Küresel piyasalar durulmadan, Türkiye'nin yalnızca rezerv silahı ile yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ya piyasaların durulması beklenecek ve bu çalkantı ülkeye zarar verecektir. Ya da "faiz lobisine" yenilgi kabul edilip, faizler artırılacaktır. Herkes kendi düşünsün. Eğer ilk ihtimal olacak diyorsanız, "Tayyip Erdoğan geri adım atmaz" diyorsanız size krizde ne yapmanızın iyi olacağını gösteren bu yazıyı okumaya davet ediyorum. Yok, ikinci ihtimal olur, AKP tükürdüğünü yalar diyorsanız içiniz biraz daha rahat olmalı.

4 Mart 2015 Çarşamba

Ekonomik Krizde Benimsenmesi Gereken Hareket Tarzı

İnsanın doğası gereği, zorluklarla mücadele etme eğilimi söz konusudur. İnsan doğal zorluklarla mücadele eder, ekonomik zorluklarla mücadele eder, siyasi zorluklarla mücadele eder. Eder de eder. Zaten insanlık tarihi bunun tarihidir.

İnsanın bir şeyle mücadele edebilmesi için, mücadele edeceği şeyin ne olduğunu ve ne gibi bir etkisi olduğunu bilmesi gerekir.

Örneğin depreme karşı koyabilmeniz için depremin ne olduğunu ve neye yol açtığını bilmeniz gerekir. Normalde bunu bilmeden yapılan bir bina doğal olarak yer çekimine karşı koymak için dikey yönlü dirençli inşa edilir. Ancak deprem yatay yönlü bir etki yaratır ve binayı yıkar. Eğer depremin yatay yönlü bir etkisi olduğunu bilmezseniz binanız yıkılır. İşte ekonomik krizde de durum aynıdır. Ekonomik krizin neyden kaynaklandığını ve neyi etkileyeceğini bilmezseniz, krize karşı önlem alıp mücadele edemezsiniz.

Türkiye'de çıkması olası krizin nasıl bir kriz olacağını, neyi etkileyeceğini anlamak için de Türk ekonomisini biraz anlamak gerekir.

Ekonomik faaliyetin en basiti, en sadesi alım satımdır, değiş tokuştur. Yani mal ile malın ya da mal ile paranın yer değiştirmesidir. Bir şeylerin böyle alınabilip, satılabilmesi için de üretilmesi gerekir.

Peki ekonomide üretim faktörleri nelerdir? Hepimiz biliriz, temel olarak 3 faktör vardır: Emek, Sermaye ve Doğal Kaynak. Bunları bir araya getiren bir de girişimci de sayılır bazen.

Şimdi çarşıdaki ekonomik faaliyetin üzerinden gerçekleştiği ürünlerin hepsine emek, sermaye ve doğal kaynak açısından bakmamız lazım. Çarşıda ekonominin üzerinden döndüğü mallara baktığınızda emek, sermaye ve doğal kaynak açısından yüzde yüz yerli bir ürün görmeniz ihtimali yoktur. Çayırağası Yoğurt diye bir marka bile olsa, o adam fabrika kurmak için kredi çekmiştir, kredi çektiği banka da yabancı fonlardan kredi almıştır diyebilirim. Ya da fabrikanın elektriği, termik santrallerden elde edilen ithal bir enerjidir. Zaten yüzde yüz yerli bir ekonomik model kurulamaz. Para bir yerden gider ona bir şey demiyorum ama bu gerçeği hep hatırlamamız lazım.

İşte bizim bu şekilde ülkemizden çıkan para cari açık olarak bildiğimiz bir ekonomik kalem halinde somutlaşır.

Türkiye'de geçtiğimiz 5-6 senede, tüketim körüklenmiş, tüketim çok olunca, ekonomi büyümüş ama aldığımız şeyler yüzde yüz yerli olamadığı için cari açık rekor seviyelere gelmiştir. Bu hareket tarzı cari açığı artırmış, ülkenin borçluluğunu yüksek seviyelere getirmiştir.

Peki şimdi ne oluyor? Dolar sahipleri ABD'ye yol alıyor. Bir şey piyasada azalınca değeri artacağı için, Türkiye'de de dolar değer kazanıyor.

Krize karşı sağlam bir pozisyon alabilmemiz için, doların değer kazanmasının Türkiye'ye yaşatacağı sonuçların ne olacağını kestirebilmemiz ve ona karşı önlem almamız gerekir.

Mesela bugün ben dolarla borç alacaksam, dolarla girdi sağlamadan borç almam. Ben dolarla gelir elde etmeyeceksem, dolarla borç almam çok saçma olur. Bu kararı nasıl veriyorum, doların artacağını tahmin ederek veriyorum.

Peki yukarıda anlattığımız ekonomik olaylar Türkiye'de neye sebep olur?

Hane halkı açısından dolar artışı ilk aşamada ithal malların maliyetinin yükselmesi anlamına gelir. Yani petrolden tutun iPhone'a her şeyi daha pahalıya almaya başlarsınız. Türkiye'de her alanda ithal girdi çok yüksek olduğu için, her şeyin fiyat artar. Zira enerjide doğal kaynaklarımız yetersiz olduğu için dışarıya bağlıyız. Doların artması, enerji maliyetimizi artırır. Bu da her alanı vuracaktır. Her alandaki fiyat yükselişine bildiğiniz gibi enflasyon diyoruz. Enflasyon artıp, alım gücü düşünce de, insanlar bir maaşla 1000 ekmek alabiliyorsa, 700 ekmek alabilmeye başlar. E bu durumda da ekmek fırınının satışı düşer, fırın da işçi çıkartır, işsizlik başlar.

Bu arada dışarıya olan borcumuzu ödeyebilmek için dolar ararken, faizleri de yükseltmek zorunda kalacağımızı ekleyelim. Faizleri yükselteceğiz ki, cebinde dolar olan adam Türkiye'ye gelsin, biz de ondan dolar alıp borcumuzu ödeyebilelim.

Başlık olarak yazarsak; enflasyon artıyor(yani alım gücü düşüyor), işsizlik artıyor, faizler artıyor, döviz artıyor.

Alım gücümün düşmemesi için ne yapmam gerekir? Öncelikle elinde bir birikim olması gerektiğini söyleyebilirim. Zira yüksek enflasyonda, birikimin yoksa zaten alım gücünü koruyacağın bir para da zaten olmayacaktır. Yüksek enflasyon ortamında bir maaşın değeri, o ay bitmeden düşer. Şimdi enflasyon artışı ile faiz ya da döviz artışını birbirine bağlayarak enflasyonun yıkıcı etkisinden korunmak mümkündür. Dolar enflasyon karşısında erimez ama dolar dönemlik iniş-çıkış içindedir. Doğru zamanda, doğru yerde olmak önemlidir ama zordur. Faiz ile de korunmak mümkündür, faiz en azından enflasyon oranında ve çoğu zamanda enflasyonun 1-2 puan üzerindedir. Şu anda köşeye 50 bin TL koyabilirsen, bunu faize koyarak ya da dolar alarak enflasyon ortamında alım gücünü koruyabilirsin. Ama 2000 TL maaşı koruyamazsın, zira maaşın neresini bankaya koyacaksın? Ekmek alacaksın bitecek.

Ayrıca işsizlik artışının seni vurmayacağını da söyleyemeyiz. İşsizliğin kurbanı olursan da, köşede birikmiş paranın olması işe yarayacaktır.

Bu dönemde kesinlikle yapılmaması gereken şey kredi çekmektir diyebilirim. Kredi çekmeyip, para biriktirmek sizin krizde pozisyon kaybetmemenizi sağlar.

Krize cebinde 100 bin TL ile girip, fakir fukara çıkacak adam yoktur. Kriz zar zor idare eden, iki yakasını zar zor bir araya getiren adamı vurur geçer. Zaten bu yüzden her kriz sonrası zengin daha zengin, fakir daha fakir olur. 100 bin TL bir zenginlik göstergesi değildir tabi ki ama cebinde 100 bin TL, 50 bin TL ya da 10 bin TL olması fark etmez, cebinde bir para olması krizden daha az etkilenmeni sağlar.

Kriz anında işten atılmış, bankaya ev kredisi borcu olan adam sonraki 5 sene kendini toplayamaz ama kriz anında bankada 100 bin TL'si olan bir adam kriz ortamı hafifleyince kaldığı yerden yaşamına devam eder.

Zaten kriz sonrası zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olması da bundan kaynaklanıyor. Krizden sonra ülke ekonomisi büyümüyor ki, zengin zenginliğini olabildiğince koruduğu, fakir sıfırı tükettiği için fark açılıyor.

Şu anda ben de kendi adıma, tasarruf ediyorum. Zaten son 2 senedir tasarruf etmekteydim. Buna devam edeceğim. Kimse de para harcarsam, tasarruf yapmazsam benim için daha iyi olmayacağını söyleyemez.

Diyelim ki işten atılmadım ya da o kadar yüksek enflasyon olmadı. Ne olacak? Benim yine birikimim duracak. Bir zarar mı etmiş olacağım? Hayır.

Bir de ben bir iş yapacağım zaman, o işi iş edinenlerin ne yaptığına bakarım. Ben küçük bütçemi yönetirken, milyar dolarları yönetenler napıyorlar? Şu anda borç mu alıyorlar? Kredi çekip ev mi alıyorlar? Koç, Sabancı ne yapıyor şu anda? Büyük borçların altına mı giriyorlar? Bu soruların cevaplarını çok kolay bulabilirsiniz.

2 Mart 2015 Pazartesi

Yanlış Ekonomik Tatmin Değerlendirmeleri ve Kazıklanan Memur

Ekonomik olarak AKP'yi kimler sevmemeli, kimler sevmemeli sorusunun üzerinde duracağım bu yazıda.

AKP iktidarının 12 yıllık yönetimi süresince maaş zamları hep konuşuldu. Hükümet %300'lere dayanan nominal artışlardan dem vururken reel artışlar konusunda sadece resmi ve teknik açıklamalar sırasında bilgi verdi. Bu 12 sene, taşeron işçi ve asgari ücretli işçi konusunda da büyük tartışmalara ve bilgi kirliliğine sahne olan bir 12 seneydi.

Peki gerçek rakamlar nedir? Asgari ücret, taşeron işçi ücreti ve memur maaşları nereden nereye geldi? Ya da gelmedi...

2002 yıl sonu asgari ücreti 184 TL iken 2014 yıl sonu asgari ücreti 891 TL olmuş. 2002-2014 yıllarında enflasyon oranı %181 civarındaymış. Bu durumda asgari ücrete enflasyon oranında zam gelseydi 2014 sonu asgari ücret 517 TL olacaktı. Oysa 2014 sonu asgari ücret 891 TL oldu. Yani reel artış oranı %72 seviyesinde gerçekleşmiş. Asgari ücretlinin alım gücü son 12 senede reel olarak %72 artmış. Yani maaşı neredeyse ikiye katlanmış.

2002 yıl sonu ortalama memur maaşı 578 TL iken 2014 sonunda bu rakam 2350 TL'ye gelmiş. Memur maaşına sadece enflasyon oranında artış gelseydi 1624 TL olacaktı. Buradaki reel artış %45 civarında olmuş.

Asgari ücret %72 reel artış yaşarken, ortalama memur maaşı %45 reel artış yaşamış.

Bu rakamlar gösteriyor ki, asgari ücretlinin AKP'den ekonomik olarak memnun olmaması için bir gerekçe yok. Memurun ise AKP'den memnun olması için salak olması lazım. 2002'den 2014'e memur maaşı özel sektör maaşına oranla epeyce gerilemiş. Örneğin memur da, asgari ücretli kadar zam almış olsaydı bugün 2350 TL olan ortalama memur maaşı 2800 TL olacaktı yani memurun 450 TL daha fazla geliri olacaktı. 

Tabi Türkiye'de insanlardan rasyonel davranış beklemek biraz anlamsız. Konda'nın yerel seçimde yaptığı araştırmaya göre işsizlerin %39'u AKP'ye oy verdiğini ifade etmişti. İşsiz bile AKP'ye oy veriyorsa, memurun hak ettiğinden az zam aldığı için AKP'ye oy vermemesi biraz zor. Zaten yine Konda'nın araştırmasına göre memurda da birinci parti AKP'dir. Türk insanından IQ ortalaması en az 20 puan daha yüksek batılı insan reaksiyonu bekleyerek boş beklentilere girmememiz lazım.


Kaynaklar
Enflasyon oranları
Memur reel artış oranı
Asgari ücret
Konda seçmen araştırması

1 Mart 2015 Pazar

Üçüncü Havalimanı, Hazine Garantileri ve Boşa Çıkan Araziler

2013 yılında İstanbul'a yapılacak yeni havalimanının ihalesi yapıldıktan sonra, Bahçeşehir Üniversitesi BETAM'dan Seyfettin Gürsel ile Tuba Toru, yeni havalimanına ilişkin bazı senaryoları değerlendirmişti. Ele alınan iki senaryo vardı.

İyimser Senaryo: Birinci senaryoya göre İstanbul'da yolcu sayısı 2013'te 54 milyon, 2019'da 80 milyon, 2030'da 158 milyon, 2043'te 201 milyon olacak. Bunu sağlayan ekonomik büyüme oranı 2013-2019 yıllarında %5, 2020-2030 yıllarında %4, 2031-2043 yıllarında %2 olmalı.

Gerçekçi Senaryo: İkinci senaryoya göre ise yolcu sayısı 2013'te 52 milyon, 2019'da 68 milyon, 2030'da 106 milyon, 2043'te 116 milyon olacak. Bunu sağlayan ekonomik büyüme oranı 2013-2019 yıllarında %4, 2020-2030 yıllarında %3, 2031-2043 yıllarında %1,5 olmalı.

Bugün itibariyle bu araştırmanın üzerinden neredeyse 2 sene geçti. Yani araştırmanın verdiği senaryoları değerlendirebileceğimi 2 senenin gerçek istatistiklerine şu anda sahibiz.

İstatistikler:

Son 2 senenin yolcu sayıları:
2013 yılı: 51.3 milyon
2014 yılı: 56.9 milyon

Son 2 senenin ekonomik büyüme oranları:
2013 yılı: %4
2014 yılı %3.5 (kesin sonuçlar henüz açıklanmadı)

Görünen o ki, son 2 yılın istatistikleri iyimser senaryoya değil, gerçekçi senaryoya paralel gitmiş. Ekonomik büyüme %5 değil, %4 veya altında kalmış. Yolcu sayısı 2013'te 54 milyon olması gerekirken, 51.3 milyon olarak gerçekçi senaryonun 52 milyon olan hedefine yakın bir noktada kalmış.

Buna göre Türkiye için iyimser senaryonun değil, gerçekçi senaryonun yaşandığını söyleyebiliriz.

Peki araştırmanın gerçekçi senaryosuna göre yeni havalimanı nasıl bir yatırım olacak?

2019 yılında havalimanı 749 milyon Euro zarar edecek.
2019 yılında devlet 154 milyon Euro Hazine garantisi ödeyecek.
2030 yılında havalimanının zararı 500 milyon Euro'ya düşecek.
İlk 12 yılda toplam 7.7 milyar Euro zarar edilecek, işletme yeterli yolcu sayısını yakalayamadığından ötürü zarar edildiği için 1 milyar Euro'ya yakın Hazine garantisi ödenecek.
Havalimanı ancak 13. yılda kar etmeye başlayacak.
Son 13 senede toplam 2.9 milyar Euro kar edecek.
İlk 12 sene edilen 7.7 milyar Euro zarardan, son 13 senede edilen toplam 2.9 milyar Euro kar çıkarılırsa, işletme 25 senede toplam 4.8 milyar Euro zarar etmiş olacak.

Neticede konsorsiyum 25 senede 4.8 milyar Euro zarar edecek. Hazine 1 milyar Euro garanti ödemesi yapacak. Konsorsiyum zarar ettiği için batarsa, konsorsiyumun aldığı inşaat kredileri de Hazine tarafından yine ödenecek. Toplam yolcu sayısı da hiçbir zaman kapasite olan 150 milyona ulaşamayacak.

Peki bu durumda neden böyle bir projeye kalkışılıyor. Bunu bilmek biraz zor, insanların kafalarının içine giremeyiz. Ama akla da bir şeyler geliyor tabi.

Yeni havalimanı İstanbul'un kuzeyinde 7785 hektarlık bir alan üzerine kurulacak. Senede 100 milyon civarı yolcuya hizmet veren dünyanın en büyüğü Atlanta Havalimanı ise 1900 hektarlık bir alan üzerine kuruludur. Dünyanın ikinci en büyük havalimanı Pekin Havalimanı ise yine 2000 hektar civarı bir alan üzerine kuruludur. 6 pisti ve 70 milyon yolcusuyla ayrı bir dev olan Chicago Havalimanı ise 2400 hektar civarında bir büyüklüğe sahiptir. Dünyadaki havalimanlarının boyutlarıyla kapasitelerini oranlarsak, yeni havalimanımız için en fazla 4500 hektar gerekeceği açıktır. Ama ne hikmetse proje alanı 7785 hektar olarak belirlenmiştir. Fazladan en az 3500 hektar söz konusu.

Bir diğer konu da mevcut havalimanıdır. Atatürk Havalimanı, 1180 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Böyle bir alanın değeri, arazinin m2'sine 1000 Dolar deseniz yaklaşık 12 milyar Dolar yapar.

Şimdi yeni havalimanı için ayrılan bölgedeki fazladan 3500 hektarı ve Atatürk Havalimanı'nın arazisi olarak bulunan yerdeki 1180 hektarı düşünürseniz, üstüne bir de yeni limanın işletme zararının ve ödenemeyen kredilerin Hazine'den karşılanacağını düşünürseniz, yatırım karlı olmasa bile birilerinin bu işi neden yapmak isteyeceği konusunda aklınıza güzel fikirler gelebilir.

BETAM'ın Yeni Havalimanı Araştırması