27 Nisan 2015 Pazartesi

CHP'nin Yargı Reformu

CHP'nin 2015 Seçim Bildirgesi'nde en çok ilgimi çeken noktalardan birisi CHP'nin yargı reformu önerisi oldu. Bildirgenin 29. sayfasında başlayan, 30 ve 31. sayfalarında devam eden yargı reformu önerisini biraz incelemek istiyorum.

Vaatleri ve incelememi, numaralandırarak aktaracağım.

1. Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay üyelerini, yüksek yargının önerdiği adaylar arasından ve TBMM'de nitelikli çoğunluk ve geniş bir uzlaşı ile seçeceğiz

Yüksek mahkemelerin karakteristik özellikleri farklıdır. O nedenle her mahkeme için, bu reform önerisini ayrı ayrı değerlendirmek lazım.

a) Anayasa Mahkemesi, esas olarak kanunların Anayasa'ya uygunluğunu denetlemekle görevli bir mahkemedir. Kanun çıkarma görevi bir yasama işlemi olduğu için, Anayasa'nın üstlendiği görev de her ne kadar ismi mahkeme de olsa siyasi bir görevdir. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi'ne yüksek yargının önerdiği adaylar arasından TBMM'de seçim yapılması tek başına yargının bağımsızlığı adına sıkıntı oluşturmaz. Burada dikkat edilmesi gereken iki husus vardır. Bunlardan ilki, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru yoluyla insan hakları konusunda da görevli bir mahkeme olmasının, siyasetin etkili olduğu bir mahkeme olmasıyla örtüşmeyecek olmasıdır. İkinci dikkat edilmesi gereken nokta ise TBMM'de yapılacak seçimde iktidar partisinin, Anayasa Mahkemesi üyelik seçimini domine edebilmesi riskidir.

CHP programı bütünsellik içinde incelendiğinde İnsan Hakları Ulusal Denetim Kurumu'nun kurulmasının planlandığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin insan haklarıyla ilgili bireysel başvuruları inceleme görevinin bu kurumuna verilmesi durumu dikkate alındığında CHP'nin programındaki Anayasa Mahkemesi üyeliği seçimi reformunun uygun olduğu değerlendirilmektedir. CHP insan hakları için böyle ayrı bir yapı planlamıyor olsaydı, TBMM'nin seçeceği üyelerden oluşan bir seçilmişler mahkemesinin insan hakları konusunda en yetkili iç hukuk makamı olması temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından uygun olmazdı.

İkinci dikkat edilmesi gereken nokta olan, TBMM'deki seçimde iktidar partisinin seçimi domine etme riskidir. Öyle ki, üye seçimi salt çoğunluğa dayandırılırsa iktidar partisi doğrudan doğruya tüm üyeleri belirleyebilecektir. Zaten yasayı çıkaracak olan da iktidar partisi grubu olacağı için, bu yasayı denetleyecek Anayasa Mahkemesi üyelerinin de bu grupça seçilmesi hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz gereği olan her türlü işlemin hukuki denetime açık olması kuralının fiilen devre dışı kalmasına sebep olacaktır. Ancak CHP'nin programı dikkatle incelendiğinde görülmektedir ki, seçimde nitelikli çoğunluk aranacağı ifade edilmiştir. Bu durumda iktidar partisi tek başına üye atayamayacak, bir uzlaşmaya gitmek zorunda kalacaktır.

Bu iki çekince giderildiğinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin yüksek yargının belirleyeceği adaylar arasından, TBMM tarafından nitelikli çoğunlukla seçilmesi Anayasa'nın temel ilkelerine ve Venedik Kriterleri olarak somutlaşmış evrensel Anayasa Hukuku, demokrasi ve hukuk devleti kriterlerine göre uygundur.

Ancak burada şahsi çekincemi de yazacağım. Anayasa Mahkemesi her ne kadar siyasi nitelikte görev üstlenmiş bir mahkeme de olsa, bir çok konuda derin hukuk ve usul bilgisi gerektirir. Burada da meslek içindeki kariyerin önemi olduğu açıktır. Bu sebeple, ülkemizde medeni dünyaya göre sayıları çok az da olsa, yüksek yargıda şöhretli hukukçuların da Anayasa Mahkemesi'nde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani tamamı TBMM tarafından seçilen bir Anayasa Mahkemesi yerine en azından üyelerinin yarısı TBMM tarafından seçilen, diğer yarısı da yüksek yargı içinden yüksek yargı yerlerinin kontenjanları dahilinde Anayasa Mahkemesi'ne gönderdikleri üyelerden oluşan bir Anayasa Mahkemesi daha sağlıklı çalışacaktır.

Karşılaştırmalı hukuku incelediğimizde Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamen yasama tarafından seçildiği ülkeler Almanya ve Belçika'dır. Yani bu da yukarıda açıkladığım noktalara dikkat edilirse işleyecek bir sistemdir. Ancak benim şahsen önerdiğim sistem de yine İspanya, İtalya, Portekiz'deki sistemdir. Ülkemizin gelişmişlik ve hukuk bilinci seviyesi Almanya-Belçika seviyesinden çok İspanya-İtalya-Portekiz üçlüsüne yakın olduğu düşünülürse bizim için de daha uygun olan sistem karma seçimli bir Anayasa Mahkemesi'nden yana olacaktır.

Ama sonuç olarak CHP'nin önerdiği sistemin de Almanya ve Belçika'da yürürlükte olan, Avrupa kriterlerine uygun bir sistem olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

b) Danıştay, idari yargının yüksek mahkemesidir. İdari yargı, yürütmenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetler.

Anayasamız ve evrensel hukuk ile demokrasinin değişmez kuralları dikkate alındığında kuvvetler ayrılığı sistemi olmazsa olmazdır. Bu durumda yasama, yürütme ve yargı birbirinden kesin olarak ayrılmalıdır. Ancak mevcut durumda yasama ile yürütme iç içe geçmiş hale gelmiştir. Bu birleşmiş durumda yasamanın seçeceği üyelerin, yürütmeyi hukuka uygun biçimde denetleyebilmesi mümkün değildir.

CHP'nin programı bütünsellik içinde incelendiğinde görüyoruz ki, siyasi partiler yasası değiştirilerek parti gruplarının bağımsızlaştırılması hedefleniyor. Bu durumda yasama ile yürütmenin birbirinden bir nebze ayrılması mümkün olacaktır. Yasama ile yürütmenin ayrılması şerhini koyarak, CHP'nin Danıştay üyelerini TBMM'ye seçtirmesi reformuna olumlu yaklaşıyorum. Ancak bununla beraber Anayasa Mahkemesi'nde önerdiğim ikili yapıyı Danıştay için de öneriyorum. 

c) Yargıtay, adli yargının yüksek mahkemesidir. Adli yargı iki görev bölümü altında çalışır, bunlar ceza ve hukuktur. Ceza yargısı kaynağını kamu hukukundan alır, hukuk yargısı ise kaynağını özel hukuktan alır.

Kaynağını kamu hukukundan alan ceza yargısı için Anayasa Mahkemesi ve Danıştay için yazdıklarım geçerlidir. Ancak kaynağını özel hukuktan alan hukuk yargısı için yargının kendi içinde bir ihtisaslaşma gösterip, yüksek hukuk yargısının da bu doğrultuda belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Örnekle açıklayacak olursak, özel hukukta en çok çekişme yaşanan konulardan birisi kıymetli evrak hukukudur. TBMM'nin yapacağı Yargıtay üyeliği seçiminde hayatında kıymetli evrak hukukuna ilişkin bir tatbikat görmemiş bir yargıç seçilebilecektir. Bu durum, konular hakkında uzmanlık sahibi olarak hukuki uyuşmazlığı incelemesi gereken Yargıtay'ın özel hukuk dairelerinin performansını düşürecektir.

Sonuç olarak Yargıtay'ın ceza hukuku alanında Danıştay ve Anayasa Mahkemesi benzeri bir yapıyı her biri için açıkladığım önemli noktalara dikkat edilmesi şartıyla uygun görüyorum ancak Yargıtay'ın özel hukuk alanında meslek içi atama ve yükselme kriterlerine göre şekillenen bir üye seçimi sisteminin uygun olacağını düşünüyorum.

2. Adalet Bakanlığı'na bağlı Adli Kolluk kuracağız

Adli kolluk, doğrudan savcılığa ve mahkemeye bağlı olarak çalışan bir kolluk gücüdür. Mevcut düzende polis adli kolluk görevinde yargıya bağlı olarak kolluk vazifesini yerine getirir ancak bir yandan da idari kolluk olarak diğer görevlerini yapar. Bu durum ikiliğe yol açmakta, yargı görevinin tarafsız ve bağımsız yürütülmesi ilkesine aykırılıklara sebep olmaktadır. Öyle ki adli görevde yargıya bağlı olan polisin her durumda sicil amiri idaredir. Yargının emrini yerine getirmeyen bir polis memuruna karşı uygulanacak bir idari yaptırım yokken, idarenin emrini yerine getirmeyen polis memuru hakkında tüm idari yaptırımlar sicil amiri tarafından uygulanabilmektedir. Bu durum, polisin iki farklı emir aldığında hangisine uyacağı konusunda önem taşımaktadır.

Örneğin savcı bir kişinin gözaltına alınması talimatını verdiğinde aynı zamanda polis müdürü de gözaltına almama talimatı verdiğinde, polis memuru hangi talimatı yerine getirmezse yaptırımla karşılaşacağına bakar. Savcının emrini yerine getirmediğinde karşılaşacağı herhangi bir idari yaptırım yoktur ancak polis müdürünün emrini yerine getirmediğinde çeşitli disiplin soruşturmaları ile karşılaşmaktan tutun da tayin edilmeye kadar bir çok yaptırımla karşılaşabilir.

Bu durumun ortadan kaldırılması için adli kolluk teşkilatının kurulması olmazsa olmazdır. Dünyada da bir çok ülkede adli kolluk teşkilatı mevcuttur. Örneğin FBI bir adli kolluktur.

3. Sulh Ceza Hakimliklerini kaldıracağız

Üzerinde çok açıklama yapmaya gerek olmayan bir konu. Sizler bir muz cumhuriyeti vatandaşı olsanız ve bir parti "avukat tutma yasağını kaldıracağız" derse, bu hiç hukuk bilmeye gerek olmaksızın benimseyeceğiniz bir vaattir; işte sulh ceza hakimliklerinin kaldırılması da aynı bu niteliktedir.

Sulh Ceza Hakimliklerinin, evrensel hukuka ve Anayasamıza neden aykırı olduğu hakkında oldukça güzel bir yazıyı sizlere önermek isterim: Kemal Gözler-Tabii Hakim

4. Adli Tıp Kurumu'nun siyasi baskıdan uzak bir biçimde özerk, hızlı ve nitelikli çalışmasını sağlayacağız

Üzerinde çok açıklama yapmaya gerek olmayan bir konu da Adli Tıp Kurumu meselesidir. CHP burada da sorunu çok iyi görmüş, Adli Tıp Kurumu'nun mutlaka özerkleştirilmesi ve nitelikli hale getirilmesi lazım. Ama bunun nasıl yapılacağına dair bir yol haritası ortaya konmamış. Sorun doğru tespit edilmiş ancak çözümde muhtemel sorunları da göz önüne alan bir yol haritası çıkarmak lazım.

Adli Tıp Kurumu'nda yaşanan sorunların çözümüne ilişkin akılcı bir çözüm önerisini ilgilenenlerle paylaşmak isterim: Hamit Hancı, Sinan Kocaoğlu-Savunma Adli Tıp Akademisi

5. İnsan Hakları Ulusal Denetim Kurumu'nu kuracağız

Bildirgede çok ayrıntı verilmemiş ama uluslararası sözleşmelere yapılan atıftan anladığım kadarıyla CHP, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru ile üstlendiği insan hakları mahkemesi benzeri sıfatını bu uzmanlık kurumuna devretmeyi planlıyor.

Şu anda insan haklarına ilişkin başvurulara Anayasa Mahkemesi'nin bakmasının yarattığı en büyük sorun, mahkemenin sadece Türk Anayasasında olup da aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde tanınan haklara ilişkin ihlallerle ilgili inceleme yapmasıdır. Yani Anayasada olmayan ama AİHS'de olan bir hakka ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi'ne gidemiyorsunuz çünkü adı üzerinde Anayasa Mahkemesi olduğu için görev alanına girmiyor. 

Oysa CHP'nin önerdiği ayrı bir insan hakları denetim kurumu bu konudaki tüm mevzuatı kapsayan bir inceleme merci olacaktır. Bu anlamda Türkiye'de hak ve özgürlüklerin korunması güçlenecektir.

6. Terör suçunun tanımını demokratik ilkelere uygun ve yoruma yer bırakmayacak şekilde yeniden yapacağız

Türkiye'nin AİHM'de en çok mahkum olduğu konuların başında terör davaları gelmektedir. Devletçi ve iktidar sarhoşluğu perspektifinden çizilen terör tanımının sınırları oldukça geniş olduğu için Çarşı gibi bir futbol taraftar grubu ya da Samanyolu TV'deki bir dizi senaryosundan terör örgütü çıkarılabilmektedir.

CHP bu noktada da sorunu çok iyi yakalamış ve güzel bir çözüm önermiştir.

7. Gerekçesiz yargı kararlarıyla yurttaşların temel hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasını engelleyeceğiz

Teorik muhakeme tartışmalarına girmeden anlaşılır biçimde bu konunun önemine değinmek istiyorum. Örnek verecek olursak ülkemizde yargı kararlarıyla yapılan en temel hak ve hürriyet kısıtlaması tutuklama kararıdır.

CMK uyarınca tutuklama kararı verebilmek için iki halin varlığı aranır, bunlar: kaçma şüphesi ya da delil karartma şüphesinin varlığıdır. Bir kişinin ancak kaçma şüphesi varsa ya da delil karartma şüphesi varsa tutuklama kararı verilir.

Ancak ülkemizde yargı kararlarının %99'unda "şüphelinin/sanığın delil karartma şüphesi/kaçma şüphesi olduğundan tutuklanmasına/tutukluluğunun devamına" kalıbını görürüz. Neden kaçma ya da delil karartma şüphesi doğduğuna dair bir gerekçe yazılmadan verilen kalıplaşmış bir karar tipidir bu. CHP bu açıdan da sorunu doğru tespit etmiş.

8. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nu Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak ayıracağız

Yargı üç sac ayağından oluşan bir mekanizmadır. Buna diyalektiğin tez-antitez-sentez süreci örnek gösterilebilir. Yargıda önce iddia vardır, iddiaya karşılık bir savunma yapılır, iddia ve savunmanın neticesinde de bir karar oluşur. Bu üç aşamayı sırasıyla savcı, avukat(müdafii) ve hakim temsil eder. Avukat yargı sürecinin farklı bir aşamasını temsil eden üye olarak hakimden ayrı bir statüdeyken, savcının hakimle benzer bir statüde ve aynı kurulda olması yanlıştır.

Bu doğrultuda CHP'nin hakimler ve savcıların kurullarını ayırması oldukça yerindedir.

9. Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarını kurullardan çıkaracağız

Yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı olması gerektiği düşünülürse yürütmenin üyesi olan bakan ve müsteşarın, yargı içinde bir kurulda görevli olması yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran bir uygulamadır. CHP'nin önerisi yargı bağımsızlığının sağlanması açısından tartışmasız biçimde oldukça önemli. Hele bu kararı bir siyasi iktidarın yapmayı vaat etmesi bir mucize diyebilirim.

10. Kurul kararlarını yargı denetimine açacağız

Anayasanın 125. maddesine göre idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir. Ancak mevcut sistemimizde bunlara bazı sınırlamalar getirilmiştir. Bu yüksek kurulların kararlarının yargı denetimine açılması hukuk devleti ilkesinin gereğinin yerine getirilmesidir.

CHP diğer reformlarla kurulu bağımsızlaştırırken, bu reformla da kurulun keyfi kararlar almasının da önüne hukuki denetim engeli koymaktadır ki bu oldukça mantıklı planlanmış bir ayrıntıdır.

11. Sürgün uygulamalarına son vereceğiz

Gelişmiş demokrasilerde sağlam bir hakimlik teminatı vardır. Ülkemizde, 1960 öncesi Demokrat Parti iktidarı döneminde toplu biçimde hakim tasfiyeleri yaşanmıştır. Demokrat Parti, anlaşamadığı hakimleri hatta yüksek yargı üyelerini toplu biçimde emekliye sevk etmiştir. Bu sorunlarla 27 Mayıs'a gelindiğinden ötürü, 27 Mayıs sonrası yapılan Anayasa'da hakimlik teminatı getirilmiştir. Bugün de 1982 Anayasasının 139. maddesi hakimlik teminatını düzenlemektedir. Buna göre hakimler azlonumazlar, emekliye sevkedilemezler ve hakimlerin ücretleri kesilemez.

Ancak Anayasalarımızda hiçbir zaman yer almamakla beraber bir dönem (1960-1972 arası) kanunla hakimlere coğrafi teminat verilmişti. Coğrafi teminat demek, hakimin görev yerinin belirli bir görev süresi varsa görev süresi dolmadan, kendi istemediyse ya da kendinin onayı alınmadan değiştirilememesi demektir. Yani hakimlerin sürgün edilmesini engelleyen bir teminattır. Bugün bir çok batı ülkesinde coğrafi teminat vardır.

SONUÇ

CHP'nin seçim bildirgesinde 11 maddeyi bu şekilde incelemiş oldum. Bu maddeler Türkiye'nin on yıllardır sorun yaşadığı yargı sistemi konusunda oldukça iyi düşünülmüş, iyi çalışılmış ve dünya standartlarına uygun biçimde hazırlanmış bir yargı reformunun iskeletini ortaya koyan maddelerdir.

Bu maddeler ayrıntılı biçimde incelendiğinde görülür ki, bir çoğu için Anayasa değişikliği gerekmektedir. Bu da CHP aslında bir yeni Anayasa önermese de, zaten 1982'den bu yana onlarca defa değişen Anayasa'nın bir kere daha köklü biçimde değişerek, evrensel standartlara uygun hale getirilme amacının mevcut olduğunu göstermektedir.

Bu doğrultuda CHP'nin yargı reformuna ilişkin olarak açıkladığı maddeleri, çekincelerim saklı kalmakla beraber genel itibariyle oldukça beğendiğimi ifade etmek durumundayım. Bu reform paketi, bir Türk hukukçunun dünyanın her yerinde meslektaşlarına göğsünü gere gere anlatabileceği nitelikte bir pakettir.

23 Nisan 2015 Perşembe

Merkez Bankası'nın Başarı Hikayesi

Türkiye'nin her zaman gündeminde olmuş bir yapısal sorun, bir kronik kriz endikatörü enflasyondur. Her zaman tartışmaların odağında olan enflasyon, fiyatlardaki sürekli artışı ifade eder. Enflasyon fiyatlardaki sürekli artışları ifade eder, bu da fiyat istikrarını bozucu bir durumdur. Enflasyon, fiyat istikrarına düşman bir kavramdır. Ülkeler fiyat istikrarını sağlamak için politikalar geliştirirler.

Türkiye'de fiyat istikrarını sağlamakla görevli kuruluşun adı Merkez Bankası'dır. Merkez Bankası'nı kuran 1211 sayılı kanunun 4. maddesinde "Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler." hükmü konulmuştur.
Merkez Bankası internet sitesi anasayfası 

Hakikaten de Merkez Bankası'nın internet sitesini bile açtığınızda, bu görev anasayfada gözünüze sokulmaktadır. Sitenin anasayfasında hem üst bannerda, hem de orta kısımda bir görev büyük ve açık biçimde yazılmıştır. Zaten kurumun kuruluş yasasında da bu görevi açıkça zikredilmiştir.

Peki gelelim Merkez Bankası'nın temel görevini yerine getirip, getirememesine.

Bu konunun çok uzun bir açıklaması yapılabilir. Ama ben çok kısa bir girişle başlamak istiyorum. Sizlere bir tablo veriyorum. Aşağıda son 13 senenin Merkez Bankası tarafından konulan enflasyon hedefi ve sene sonu enflasyon gerçekleşmesi var.


Tabloyu incelersek 2002, 2003, 2004 ve 2005 yıllarında hedeften daha iyi bir oranda enflasyon gerçekleşmesi söz konusu olmuş, 2006 yılı ve sonrasında ise 2009 ve 2010 yılları haricinde bir daha enflasyon hedeflemesi başarıya ulaşmamıştır. 

Yasal görevi fiyat istikrarı olan bir kuruluşun, büyük çoğunlukla hedefi tutturamaması, son yıllarda ise hedefi tutturmaktan giderek uzaklaşması gibi bir tablo var, bir de bu Merkez Bankası yönetimine başarılı diyen zavallılar.

En temel görevini yapamayan bir Merkez Bankası'na başarılı deniyorsa, adalet dağıtma görevini yerine getiremeyen bir mahkemeye de başarılı demekten kaçınmamalısınız.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Taşeron İşçilik Konusu

Sağlık Bakanlığı'nın 2013/191717 sayılı ihalesi ile 19.04.2014 tarihinde başlayıp 31.12.2014 tarihinde bitmek üzere, Polatlı Duatepe Hastanesi için 99 temizlik görevlisi hizmeti Orun Temizlik Hizmetleri AŞ isimli taşerondan alınmış, bunun karşılığında 1 milyon 441 bin 478 TL'ye imza atılmıştır. Sözleşmeye göre, yüklenicinin 99 temizlik görevlisinin her birine asgari ücretin %6 fazlası kadar maaş vermesi de hükme bağlanmıştır.

2014'ün ilk yarısında asgari ücretin işverene maliyeti 1258 TL'dir, yılın ikinci yarısında ise maliyet 1332 TL olmuştur. Sözleşmeye göre %6'lık fazla ödeme yapılacağına göre işçilerin taşerona maliyeti ilk 6 ay için aylık 1333 TL, ikinci 6 ay için ise aylık 1411 TL olmuştur.

99 işçinin her biri ilk 2.5 ay için aylık 1333 TL, sonraki 6 ay için aylık 1411 TL maliyet yaratmıştır. Bu da işçi başına 11 bin 800 TL eder. Tüm işçiler için ise 1 milyon 168 bin 200 TL yapar.

Oysa taşerona ödenen rakam 1 milyon 441 bin 478 TL olmuştur. Taşeronun arada kazandığı para 8.5 ay için kısa bir süre için 273 bin 278 TL'dir.

Tabi bu paranın hepsi kar değildir, ihale masrafları, şirket masrafları, 99 işçi için muhasebe masrafları vs de bu aradaki farktan çıkmaktadır ancak bunun fuzuli bir fark olduğu da açıktır. Zira söz konusu devlet hastanesinde memur, doktor ve hemşire sıfatıyla çalışan onlarca kamu görevlisi olduğu, onlar için zaten muhasebe, özlük vs için masraf yapılarak, idari personel istihdam edildiği de açıktır.

Ayrıca mevcut durumda işçinin cebine, çalıştığı yılın ilk 6 aylık kısmına gelen aylarında 896 TL, ikinci 6 aylık kısmına gelen aylarında 944 TL girmiştir. Buna karşın, devlet aradan taşeronu çıkarıp 1 milyon 441 bin 478 TL'yi işçilere doğrudan harcasaydı, işçi başına aylık 1712 TL harcayabilirdi. İşverene maliyeti 1712 TL olan bir işçinin eline ise asgari geçim indirimiyle beraber 1120 TL geçebilirdi.

Taşeron şirketin ödemesiyle, işçi başına 8.5 ay için toplam 7 bin 604 TL gelir elde edilmişken; devlet bu parayı doğrudan işçiye harcasaydı işçi başına 8.5 ay için toplam 9 bin 520 TL gelir elde etmek mümkün olacaktı. Yani 8.5 ay için, işçi başına yaklaşık 2 bin TL taşeron şirkete gitmiştir.

İşçinin taşerondan aldığı ücret: 7 bin 604 TL
Arada taşeron olmasaydı işçinin alacağı ücret: 9 bin 520 TL

Devletin cebinden çıkan parayı artırmadan, bu paranın arada taşerona giden kısmını kesip, işçinin maaşına ekleyerek yaratılacak bir kadro sisteminin bütçeye yük olmayacağı açıktır. Bu durumda hem işçiler kadro güvencesine kavuşacak(taşerondan kurtulacaklar), hem de devletten daha fazla para çıkmadığı halde işçinin ücreti artacaktır. Tüm taşeron işçilerin, bu şekilde kadroya alınması devlete hiçbir maddi ek külfet getirmeyecektir.

Burada şu söylenebilir: "Taşeron işçi ayda 900 TL'ye çalışmaktadır, oysa kadrolu olsaydı bu rakam 1500 TL civarında olacaktır." Bu bir açıdan doğru ancak taşeron sistemini rasyonelleştirmeyen bir gerekçedir. Zira buna göre taşeronda maliyeti düşüren, taşeron sistemi değil taşeron işçinin ucuza çalışmasıdır. Bu da yapılacak bir yasal düzenleme ile çözülebilecek bir konudur.

Yine de öyle olmadığını düşünelim: 2014 yılı için kadrolu hizmetli maaşı 1680 TL olarak belirlenmiş. 1680 TL net maaşın, devlete maliyeti 2550 TL'dir. Yukarıdaki hesapta ise 1 işçinin devlete maliyetinin aylık 1712 TL olduğu görülmektedir. Aradaki fark aylık 800 TL'dir, bu yıllık 9600 TL yapar. 600 bin taşeron işçi için 5.7 milyar TL yapar ki herhalde bu rakam sarayın maliyetinden bile az olup, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin %1.4'ü, Türk ekonomisinin %0.3'ü kadar bir rakam etmektedir.

Kaldı ki yasal bir düzenleme ile taşerondan kadroya geçen işçilere, zaten kadrolu olan işçilerle aynı ücreti vermek gibi de bir mecburiyet yok. Özel bir kadro düzenlemesiyle, yani amaç maliyeti artırmadan maaşı artırmak ve kadro güvencesi vermek ise, hiçbir ek külfet yaratmadan da bu iş yapılabilir. Tam bir dönüşümün ise devlete senelik maliyeti en fazla 5.7 milyar TL gibi bir rakam olacaktır.

Not: Bu inceleme Kamu İhale Kurumu'nun sitesinden rastgele yapılan arama sonucu bulunan bir ihalenin incelenmesi şeklinde yapılmıştır. Bu sayfada geçen ihale numaralarıyla arama yapıldığında, kurumun sitesinden ihale ile ilgili tüm bilgiler edinilebilecektir.

2014 yılı ilk 6 ay asgari ücret hesabı
2014 yılı ikinci 6 ay asgari ücret hesabı
Kadrolu maaşları