26 Ağustos 2015 Çarşamba

Reel Kesim ve Faiz-Kur İlişkisi

Son dönemin sükseli tartışması, faiz ve yatırım tartışmasıdır. Hükümet ve saray cephesi, faizler düşerse yatırımlar artar, durağan ilerleyen ekonomi canlanır diye düşünüyor.

Hakikaten de yüksek faiz, yatırımların önünü keser. Kredi bulmak zorlaşır, kredi ödemeleri zorlaşır ayrıca özkaynaklar da yatırım yerine faize yatırılır.

Ama işin derinine inerseniz ve ülkenin koşullarını düşünürseniz durum farklılaşır. Bugün Türkiye'de arz yönünde bir sıkıntı yoktur. Yeni yatırım yaparak, arzı artırarak hangi tüketim talebini karşılayarak ekonomi büyütülecektir?

Hadi faizler düşsün, krediler artsın, yatırımlar artsın, yeni fabrikalar kurulsun, yeni inşaatlar yapılsın. Ne olacak? Kim alacak bu fabrikaların ürettiğini? Kim alacak bu yeni konutları? Bu sefer de, kredi kartı faizlerini düşürüp, taksitleri artırıp, talep yönünü de açman gerekir. Borçla yapılan yatırımı, borçla yapılan harcamayla döndürmeye çalışarak ülke gelişebilir mi?

İç pazarda durum belli, yeni yatırıma gerek yok. Dış pazar daha beter. En büyük dış ticaret partnerimiz olan AB'den bir umut yok. İkinci partnerimiz Orta Doğu da malum vaziyette. Dış talepte de bir artış yok.

Bugün Türkiye'de reel sektörün bir yatırım açlığı yoktur. Çevrenizde kredi alamıyoruz, işlerimizi büyütemiyoruz diye yakınan bir iş adamı var mı? 

Şimdi gelelim esas soruna. Yaratılan faiz baskısı yüzünden, kurlar fırlıyor. Yabancılar paralarını çekiyor. Bu neden oluyor?

Faiz, paranın fiyatıdır. Para almak istiyorsan, fiyatını öder alırsın. Bu fiyat faizdir.

Pazarda bile fiyat nasıl belirlenir? Çok olan şeyin fiyatı düşüktür, az olan şeyin fiyatı yüksektir. Bakın patates üretimi bir düştü, patatesin kilosu 5 TL'ye geldi. Talebi yüksek olup, arzı az olan şeyin fiyatı artar. 

Paranın da fiyatı yani faiz böyle belirlenir. Bir ülkede para çoksa, bankalardan para taşıyorsa faiz düşüktür. Para azsa, bankalar mevduat toplamaya çalışıyorsa faiz yükselir.

Türkiye'de para azdır, Türkiye'de tasarruf oranı %13 civarında. Bu diğer ülkelerde %20 civarındadır. Çin'de %40'ları buluyor. Dünya ortalaması %25 civarındadır.

Şimdi sen paranın çoğunu harcıyorsun ve elinde kalan para, diğer ülkelerin yarısı kadar.

Bu durumda senin ülkende para az demektir ve para istiyorsan faizi yükseltmen gerekir. Faizi yükseltirsin, dışarıdan para gelir, tasarruftaki eksiğini kapatırsın. Faizi yükseltip bu eksiğini kapatmazsan ne olur? Para kaçar. Kaçan para dışarıdan geldiği için cinsi Dolar'dır. Yurt dışına Dolar kaçınca ne olur? Ülke içindeki Dolar miktarı azalır. Pazar kuralını hatırlar, ülkedeki Dolar miktarı azalınca ne olur? Doların fiyatı, patates fiyatının artması gibi artmaya başlar. Yani kur rekorları kırılır.

Şimdi biz de bu gerçekler bilinmeden faiz düşsün deniyor, faizler düşük tutuluyor ve Doların fiyatı yükseliyor, kur artıyor.

Doların artmasının bir çok etkisi var ama bu yazıda reel kesim açısından etkisini incelemek gerekiyor.

Dolar bizim özel sektör açısından iki açıdan önemli. Bunlar girdi maliyeti ve borçlanmadır.

1. Dolar artınca ithal girdilerin fiyatı artıyor. Enerjisinden tut, Fiat Türkiye Fabrikası'nın Doblo'ya koyduğu Bosch marka silecek motorunun maliyeti yükseliyor.

2. Özel sektörün ithal girdilerden ya da aldığı kredilerden ötürü borçları var. Sen Bosch'tan aldığın akü için peşin ödeme yapmamış olabilirsin, Bosch'a borçlanmış olabilirsin. Ya da fabrikanı büyütmek için yurt dışından kredi almış olabilirsin. Dolar arttıkça senin borçların da artıyor.

Şimdi konuyu toplayalım ve düşünelim.

Türkiye'de bir yatırım açlığı yok, arz yönlü bir sıkıntı yok. Fabrikalar yeterince üretim yapamadıkları için ekonomi büyümüyor diye bir olay yok. Bu durumda özel sektörün yatırımları artırma isteği de olmayacaktır. Özel sektörde, yatırım yapacağız ama kredi faizleri yüksek diye yapmıyoruz diyen yok.

Zaten güvenilir şirketler, yurt dışından içeridekinden çok daha uygun faizle kredi bulabilmektedirler. Kendine güvenen gidip yurt dışından çok daha uyguna kredi bulur.

Türkiye'de kur ve borç sorunu var. Kur hem girdi maliyetlerini artırıyor, hem de borçları artırıyor. Türkiye her sene 150 milyar Dolar dış borç ödemesi yapıyor. Dolar 2 TL ise 300 milyar TL, Dolar 3 TL ise 450 milyar TL ödüyoruz yani.

Faizi düşürüp, kuru zıplatmanın Türk ekonomisi adına olumlu bir tarafı yok yani. Özel sektör açısından da bir faydası yok.

Belki inşaatları ellerinde patlamış birkaç tane AKP'li müteahhit için faydası olabilir. Ya da elindeki değerli arazileri inşaatçılara peşkeş çekip, avantasını alamamış siyasetçiler için faydası olabilir. Bunun dışında düşük faiz, yüksek kur politikasının faydası yoktur. Zaten ihracatçılar bile yüksek kurdan memnun değil, zira yüksek kura rağmen ihracat artmıyor çünkü arz yönlü bir sorun yok. İnsanların parası yok, mal alamıyorlar. Bu kadar basit. Alamadıkları için de ekonomi yavaşlıyor. Dünyada da böyle, Türkiye'de de böyle.

İnsanlar para harcayamadığı için durağanlaşan ekonomi nasıl canlandırılır? Bu farklı bir konu ama benim aklıma ilk gelen kamu borçlanması aşırı olmayan ülkelerde kamu harcamalarını artırmaktır. Mesela emekliye ikramiye verirsin, adamlar harcar, ekonomi canlanır. Ama düşük faiz, yüksek kur ile hiçbir yere varamazsın.

2008-2015 arası tüm dünya maliye politikasını unutup, para politikasına yöneldi. Her iş Merkez Bankalarına ve faiz oranına endekslendi. Türkiye de buna katıldı. Ama şu anda bunu hem yanlış yürütüyor hem de bunu doğru yürütse bile sorunlarımız para politikası ile aşılabilecek sorunlar değil. Bizim biraz maliye politikasına ihtiyacımız var.